İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, Türkiye'nin Gir Liste’ye alınmasına ilişkin "Türkiye’de gerçekten para aklanıyor mu? Evet, maalesef aklanıyor. Hem de bizzat devlet eliyle aklanıyor. Eğer yurt dışında paranız varsa veya yurt içinde kanunsuz yollardan kazandığınız parayı yurt dışına çıkardıysanız, bu parayı aklamak için uğraşmanıza hiç gerek yok. Hemen varlık barışı için müracaat edip yüzde 1 komisyonla bu parayı kolayca aklayabiliyorsunuz. Çamaşır suyu reklamı değil, AK Parti iktidarı. Hani bir reklam vardı ya ‘Mintax’la canım Mintax’la’, aynısı. İşte size, kabile reisi yetkileriyle devlet yönetmeye kalkan Sayın Erdoğan’ın kabile devletleriyle bizi aynı listeye sokan güçlü Türkiye vizyonu" dedi. Akşener, 2022 yılı bütçesi için ise "Bu bütçe, herhangi bir bütçe değildir. Bu bütçe, bir savurganlık, bir israf bütçesidir. Bu bütçe, milletin emeğini faizcilerin kursağına akıtan bir bütçedir. Bu bütçe, Erdoğan’ın giderayak milletimize attığı son kazığın bütçesidir" diye konuştu.
Meral Akşener, partisinin TBMM’deki grup toplantısında konuştu. Akşener, milletvekillerine hitap etmeden önce, AKP, MHP ve diğer partilerden istifa ederek İYİ Parti’ye katılanlara rozet taktı. Akşener, grup toplantısında şunları söyledi:
PARTİLİ CUMHURBAŞKANLIĞI SİSTEMİ BAŞLI BAŞINA BİR MİLLİ GÜVENLİK TEHDİDİDİR: “İktidardakilerin becerikli ellerinde paramızın iyice pul olduğu, emeklerimizin zayi edildiği bir haftayı daha geride bıraktık. Geçtiğimiz hafta bir kez daha gördük ki Sayın Erdoğan’ın milli güvenlik tanımı, kendi koltuğunun güvenliğinden başka bir şey değil. Koltuğunu sallayan her şey ve herkes, kendisi için bir milli güvenlik tehdidi. Geçinemiyor musun? O zaman teröristsin. İflasın eşiğinde misin? O zaman hainsin. Sosyal medyada eleştiri mi yazdın? O zaman milli güvenliğimiz için bir tehditsin. Bu ucube sistemin memleketimizi getirdiği şu ucube duruma bakar mısınız? Yazıktır, günahtır. Oysa ülkemizdeki esas milli güvenlik tehditleri aslında nedir biliyor musunuz? Mesela evine ekmek götüremeyen babalar, tenceresini kaynatamayan anneler bir milli güvenlik tehdididir. Mesela mülakatlarda gelecekleri çalınan, huzuru, mutluluğu yurt dışında aramak zorunda kalan gençler bir milli güvenlik tehdididir. Mesela toprağını ekemeyen çiftçiler, hayvanını besleyemeyen besiciler, üretemeyen sanayiciler bir milli güvenlik tehdididir. Mesela ‘AK Parti’nin kaderi ile devletin kaderi birdir’ diyen milletine yabancılaşmış siyasetçiler, bir milli güvenlik tehdididir. Mesela 5-10 maaşlı danışmanlar sarayda sefa sürerken asgari ücretin altında maaş alan emekliler bir milli güvenlik tehdididir. Mesela saray korkusundan yolsuzluk soruşturması açamayan savcılar bir milli güvenlik tehdididir. Ez cümle; tüm bunların gerçek sebebi olan Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi, ülkemiz için başlı başına bir milli güvenlik tehdididir.
VİZYONER YÖNETİM ANLAYIŞININ SONUCUNDA GİRE GİRE GRİ LİSTE’YE GİRDİK: Bu ucube sistemin pençesinde Türkiye her hafta yeni bir krizle karşı karşıya kalıyor. Ve ülkemiz bu kriz sarmalında hırpalanırken olan her zamanki gibi milletimize oluyor. Nitekim ‘2023’te dünyanın en büyük ilk 10 ekonomisi arasına gireceğiz’ diyenler, bugün ülkemizi ilk 20 ekonominin bile dışına çıkarttılar. Bu vizyoner yönetim anlayışının sonucunda gire gire Gri Liste’ye girdik. Bu Gri listede dünyanın en büyük ilk 10 ekonomisi arasından hiçbir ülke yok. İlk 20 ekonomisi arasından da yine hiçbir ülke yok. İlk 30 ekonomisi arasından ise sadece Türkiye var. Peki bu listede başka kimler var? Mesela bu listede Burkina Faso var. Zimbabwe var, Uganda var. Mesela Filipinler var, Kamboçya var, Suriye var. Gördüğünüz gibi listedeki her ülke başlı başına bir başarı hikayesi. Peki bu listeye neye göre giriliyor, biliyor musunuz? Eğer ülkenizde yoğun miktarda para aklanıyorsa, terörist gruplar ülkenizden finansman sağlıyorsa ve siz bu sorunlara karşı hiçbir mücadele sergilemiyorsanız işte o zaman Gri Liste’ye giriyorsunuz. Şu rezilliğe bakar mısınız? Türkiye’nin düşürüldüğü duruma bakar mısınız?
ÜLKEMİZİN İTİBARININ YERLE BİR OLMASINI İSTEMEYİZ: Bu tip durumlar karşısında her zaman yaptıkları gibi hep bir ağızdan yine ‘dış güçler’ demeye başladılar. Biz, elbette ülkemizin itibarının yerle bir olmasını istemeyiz. Biz, elbette Türkiye’ye yapılan her haksızlığın her zaman karşısında oluruz. Biz, elbette burada da bir haksızlık olduğunu biliyoruz. Amma ülkemizi bu haksızlığa uğratanın da bizzat iktidarın kendisi olduğunu açıkça görüyoruz.
MİNTAX’LA CANIM MİNTAX’LA: Gri Liste’ye neden girdiğimizi daha iyi anlamak için öncelikle şu sorunun cevabını vermeliyiz. ‘Türkiye’de gerçekten para aklanıyor mu?’ Evet, maalesef aklanıyor. Hem de bizzat devlet eliyle aklanıyor. Mesela eğer yurt dışında paranız varsa veya yurt içinde kanunsuz yollardan kazandığınız parayı yurt dışına çıkardıysanız bu parayı aklamak için uğraşmanıza hiç gerek yok. Hemen varlık barışı için müracaat edip, yüzde 1 komisyonla bu parayı kolayca aklayabiliyorsunuz. Yani yüzde 1 komisyon ödeyince kimse size ‘O parayı nereden buldun’ diye hesap soramıyor. Yani bu ucube sistemde iktidar diyor ki ‘Uyuşturucu mu satıyorsun, getir paranı. Kaçakçılık mı yapıyorsun, getir paranı. Türkiye’den para mı kaçırdın, getir paranı. Yüzde 1 komisyonla paranı da aklıyorum, seni de aklıyorum.’ Bu kadar basit. Çamaşır suyu reklamı değil, AK Parti iktidarı. Hani bir reklam vardı ya ‘Mintax’la canım Mintax’la’, aynısı. İşte size, kabile reisi yetkileriyle devlet yönetmeye kalkan Sayın Erdoğan’ın kabile devletleriyle bizi aynı listeye sokan güçlü Türkiye vizyonu. İşte size, Türkiye’yi uçuracağını söylenen Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi.
2022 BÜTÇESİNDE YOKSULLUĞA ÇARE YOK: Biliyorsunuz, 2022 bütçesi Milletin Meclisi’ne geldi. Normal şartlarda bir sonraki yılın bütçeleri toplumu heyecanlandırır. Çünkü millet, yeni bütçenin sorunlarına çözüm getirmesini ümit eder. Hayatını kolaylaştırmasını, gelirinin artmasını, menfaatinin korunmasını bekler. Bu yüzden heyecanlanır. Ancak maalesef Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ne geçildiğinden beri milletimiz bu heyecandan yoksun. Çünkü herkes biliyor ki Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm imkanları, bereketli topraklarımızın tüm zenginliği, yine o 5 müteahhidin ve bir grup saray şımarığının hizmetine sunulacak. Nitekim aynı 2021’de olduğu gibi Sayın Erdoğan’ın 2022 bütçesinde yine heyecan yok, yine umut yok. Çünkü bu bütçede yoksulluğa çare yok. Enflasyona çare yok. İşsizliğe çare yok. Gelir dağılımındaki adaletsizliğe çözüm yok. Bu bütçede çiftçilerimize yeterli destek yok. Milletin borçlarına çare yok. İşçinin, işverenin, emeklinin, hayatını kolaylaştıracak adımlar yok. EYT’liler yok, 4/B’liler yok. Hatta söz verilmesine rağmen 3600 ek gösterge bile yok. Ez cümle; bu bütçede millet yok, millet.
SARAY MÜTEAHHİDİNE GELİNCE ARTIŞ GERÇEK ENFLASYON KADAR: Millet yok ama mesela 5’li müşteri garantisi çetesi var. Bütçeye onlar için 2022 yılında 42 buçuk milyar lira daha ödenek konulmuş. Milyonlarca çiftçiye verilen desteğin iki katı para demek. Vicdansızlığa bakar mısınız? Dahası var. 2021 yılında 31 milyar lira olan bu ödenek, önümüzdeki yıl için yüzde 37 artırılmış, 42 buçuk milyar liraya yükseltilmiş. Saray müteahhidine gelince artış gerçek enflasyon kadar. Demek ki enflasyon yüzde 37. Millete gelinceyse TÜİK’in makyajlı enflasyonu kadar bile değil. Utanmazlığa bakar mısınız?
SON KAZIĞIN BÜTÇESİ: Son dört yılda garantili işlere ayrılan ödenek 69 milyar lira. Önümüzdeki 3 yılda yapılacak ödemeler ise tahminen 143 milyar lira olacak. Biliyorsunuz, Sayın Erdoğan ve arkadaşları doları çok sever. O yüzden bir de onların diliyle ifade edeyim; 2017-2024 dönemi için hazinemizden saray garantili çeteye ödenecek para, toplam 25 milyar dolar. Buradan, ‘yol yapıyoruz, tünel yapıyoruz, köprü yapıyoruz, hastane yapıyoruz, ama milletimizin cebinden bir kuruş çıkmıyor’ diyenlere sesleniyorum; bu parayı nereden ödüyorsunuz? Bu para milletin parası değil mi? Ve siz bu kadar açık-seçik yalan söylemekten hiç mi utanmıyor musunuz? Ayıptır, günahtır. Ez cümle; bu bütçe herhangi bir bütçe değildir. Bu bütçe, bir savurganlık, bir israf bütçesidir. Bu bütçe, milletin emeğini faizcilerin kursağına akıtan bir bütçedir. Bu bütçe, Sayın Erdoğan’ın giderayak milletimize attığı son kazığın bütçesidir.
MERKEZ BANKASI BAĞIMSIZLIĞININ TABUTUNA SON ÇİVİ DE BU ŞEKİLDE ÇAKILMIŞ OLDU: Sayın Erdoğan ve arkadaşları, yine fantastik bir ekonomi teorisiyle karşımızdalar. Ülkemiz ekonomisi için ne kadar yararlı olduğunu milletçe özellikle son 3 buçuk yıldır tüm çıplaklığıyla deneyimlediğimiz ‘faiz sebep, enflasyon sonuçtur’ doktrininden sonra, bu fevkalade yetkin arkadaşlar şimdi de faizi indirip döviz kuru yükseldikçe ihracatın artacağını iddia ediyorlar. Bir de isim bulmuşlar, ‘rekabetçi kur’ diyorlar. Bu müthiş yeni teori doğrultusunda geçtiğimiz hafta Merkez Bankası, politika faizini 200 baz puan indirerek yüzde 16’ya çekti. Havuz gazetecilerinin bile savunamadığı bu akıl dolu hamle sonucunda dolar 10 liraya dayandı. Kur lobisi kazandı, milletimiz kaybetti. Kararın bizzat Sayın Erdoğan’ın talimatıyla alınmış olduğunu cümle alem bildiği için de Merkez Bankası bağımsızlığının tabutuna son çivi de bu şekilde çakılmış oldu.
PARTİLİ CUMHURBAŞKANLIĞI SİSTEMİ’NE GEÇTİĞİMİZ SON 3 YILDA DÖVİZ KURLARI YÜZDE 110 ARTARKEN İHRACATIMIZ YERİNDE SAYMIŞ: Peki bakalım, ihracat gerçekten artıyor muymuş? Onar yıllık dilimler hâlinde son 50 yılımızı inceledik. 1970-1980 arası 10 yılda ihracatımız 5 kat artmış. 1980-1990 arası, hani ‘korkunç günler’ diye tanımlanan o 10 yılda ihracatımız 4 buçuk kat artmış. 1990-2000 arası -ki bir de 4 Nisan kararlarının geçtiği bir dönem bu- 10 yılda ihracatımız 2 kat artmış. 2000-2010 yılları arasındaki 10 yıllık süreçte ihracatımız 4 kat artmış. 2002-2010 yılları arasındaki AK Parti dönemini baz alırsak ise ihracatımız 8 senede 3 kat artmış. Gelelim son 10 yıla. 2010-2020 yılları arasındaki 10 yıllık süreçte ihracatımız sadece yüzde 50 artmış. Yani son 50 yılın en düşük ihracat artışı geçtiğimiz 10 yılda gerçekleşmiş. Peki bu artış döviz kuruna bağlı mı olmuş? Hayır. Mesela 2002-2010 yılları arasında döviz kuru sabit kalmasına rağmen ihracatımız 3 kat artmış. 2010’dan bugüne kadar ise -sıkı durun- dolar kuru tam 6 kat artmış, ama son 50 yılın en düşük ihracatı da yine bu yıllar arasında olmuş. Üstelik Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ne geçtiğimiz son 3 yılda döviz kurları yüzde 110 artarken ihracatımız ise yerinde saymış. Sayın Erdoğan ve bol maaşlı danışman ekibi, sizlere söylüyorum, iyi dinleyin. Demek ki neymiş? Ülkemizde adalet sağlanmadıkça, hukuk işlemedikçe, liyakatli kadrolar iş başına gelmedikçe, ekonomiye güven tesis edilmedikçe, dışlayıcı kurumlar kapsayıcı kurumlara dönüşmedikçe, Sayın Erdoğan da Merkez Bankası’nın yakasından düşmedikçe kur ne kadar artarsa artsın ihracatımız artmazmış.
KİLİT SÖZCÜK YATIRIMDIR: Bir ülkede ihracatın artması için ya üretimi artırırsınız ya da ürettiğiniz ürünlerin değerinde artış sağlarsınız. Üretim nasıl artar? Yeni girişimlerle, yeni fabrikalarla artar. Ürünün değeri nasıl artar? Teknoloji geliştirerek, Ar-Ge yaparak, katma değerli ürün üreterek artar. Yani ihracat, üretime, teknolojiye yatırımla artar. Kilit sözcük, yatırımdır. Ve yatırımın temel şartı da ekonomiye olan güvendir. Şayet ekonomide önünüzdeki 5 seneyi, 10 seneyi görebiliyorsanız o zaman yatırım olur. Bizde ise maalesef Sayın Erdoğan ve yıldızlar karması ekonomi ekibi sayesinde bırakın 5-10 seneyi, bugünden yarına bile ne olacağı belli değil. Döviz kurları ne kadar artarsa artsın ihracatımızın yerinde saymasının nedeni de işte tam olarak budur.
5’Lİ ÇETEYE VERİLEN 200 MİLYAR DOLAR, TÜRKİYE’NİN TOPLAM İHRACATINDAN DA TOPLAM BÜTÇESİNDEN DE DAHA BÜYÜK BİR KAYNAK: İhracatın artması için devletin ihracata yönelik üretim yapanlara teşvikler sunması gerekir. Oysa ülkemizdeki kaynaklar, Türkiye’ye döviz getirenleri desteklemek yerine ülkeden döviz kaçıran 5’li çeteye ayrılıyor. AK Parti’nin devri iktidarında 5’li çeteye verilen ihale tutarı 200 milyar doların üzerinde. 200 milyar dolar deyip geçmeyin. Ülkemizin yıllık toplam ihracatı 170 milyar dolar. Ülkemizin yıllık toplam bütçesi 120 milyar dolar. Yani yıllar içinde 5’li çeteye verilen 200 milyar dolar, Türkiye’nin toplam ihracatından da toplam bütçesinden de daha büyük bir kaynaktır.
BU ÇÜRÜK ZİHNİYETE KARŞIYIZ: Elbette Türkiye’nin yeni yollara, köprülere, tünellere ihtiyacı var. Defalarca söyledik. Biz, yollara değil bir liralık yolun 5 liraya yapılmasına karşıyız. Biz, devlet garantili alacaklarını cebe atıp yurt dışına kaçıranlara karşıyız. Biz, projeye değil ranta karşıyız. Eğer bu yollar ve köprüler gerçek maliyetlerine yapılsaydı ve bu kaynakların bir kısmı üretime, sanayi 4.0 dönüşümüne, Ar-Ge yatırımlarına ayrılsaydı, Türkiye’nin ihracatı son 10 yılda yerinde saymaz, katlanarak artardı. Bu sayede Türkiye, cari fazla veren bir ülke olabilirdi. Türk Milleti, yokluk yerine bolluk yaşayabilirdi. Milyonlarca gencimiz iş sahibi olabilirdi. İşte o nedenle biz, Türkiye onca imkana, kaynaklara ve devasa bir potansiyele sahipken onları har vurup harman savuran bu çürük zihniyete karşıyız.
İYİ PARTİ İKTİDARINDA BİZ, İHRACATTA REKABETÇİLİĞİ KALİTE ÜZERİNDEN KURGULAYACAĞIZ: Hükûmetin yaptığı tüm hatalara rağmen şirketlerimiz ihracat yapmayı sürdürüyor. Ama buna rağmen ülkemiz, genel olarak potansiyelinin altında ihracat yapıyor. Peki bunu neye dayanarak söylüyorum? Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı’nın geliştirdiği endekse göre, üretim kapasitesi açısından 2000 yılında 66. sıradayken 2018 yılında 68. sıraya gerilemişiz. Kurumların işleyişi, beşeri sermaye, bilgi ve iletişim teknolojileri, alanlarında yaşadığımız sorunlar nedeniyle üretim kapasitemizi maalesef yukarı taşıyamamışız. Yani Türkiye’nin rekabetçiliğinin ucuz işgücü ve değersiz Türk lirası üzerinden kurgulanması bize hiçbir şey kazandırmamış. Türkiye, ihracatta kilo başı birim fiyat üzerinden 225 ülke arasında 2002 yılında da 119. Sıradaydı, bugün de 119. sırada. En rekabetçi olduğumuz hazır giyim ihracatının kilosu 15,3 dolar iken İtalya’da bu değer 39 dolar. İşte o nedenle İYİ Parti iktidarında biz, ihracatta rekabetçiliği kalite üzerinden kurgulayacağız. Bunun için de toplumsal ve beşeri sermayemizi geliştirip dijital dönüşümü yakalayacak politikaları hayata geçirerek üretim kapasitemizi ve ihracat birim fiyatımızı arttıracağız.
İYİLEŞTİRİLMİŞ VE GÜÇLENDİRİLMİŞ PARLAMENTER SİSTEM, BİZİM İÇİN BAŞLANGIÇ NOKTASI OLACAK: Toplumsal sermaye için ekonomide güveni ve hukukun üstünlüğünü sağlama alacak olan İyileştirilmiş ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem bizim için başlangıç noktası olacak. Beşeri sermayemizi arttırmak için de kapsayıcı, eşitlikçi eğitim ve istihdam politikalarını hayata geçireceğiz. Ucuz işgücü üzerinden değil nitelikli, çağımızın gerektirdiği becerilere hakim, verimliliği yüksek bir işgücü yapısı üzerinden rekabet edeceğiz. Üretim maliyetlerini Bangladeş, Mısır, Pakistan seviyesine çekip bu ülkelerle pazar savaşına girmek yerine, ürün kalitemizi, teknoloji seviyemizi Almanya, İtalya, Fransa düzeyine çıkartıp bu ülkelerle rekabet edeceğiz.
BİZ TÜRKİYE’Yİ YÖNETMEYE TALİBİZ: AK Parti iktidarı elindeki tüm fırsatları kaçırdı. Milletimizin güvenini heba etti. O fırsatları değerlendirme sorumluluğu artık bizde. Onlar artık sırasını savdı. Şimdi sıra bizde. Şimdi sıra İYİ Parti’de. Önümüzdeki 10 yılda Türkiye’nin gerçek potansiyelini ortaya çıkarmak için iktidara talibiz. Siyasi tarihimizin en liyakatli kadrolarını iş başına getirmek için iktidara talibiz. 83 milyon vatandaşımızı yokluktan kurtarıp hak ettiği bolluğa kavuşturmak için iktidara talibiz. Hamaset dışında hiçbir şey üretmeyen bu öfke siyaseti yerine ahlaklı, vicdanlı ve makul bir siyaset için iktidara talibiz. Ama hepsinden de önce adalet için, huzur için, bereket için; güçlü, zengin ve mutlu bir ülke için biz Türkiye’yi yönetmeye talibiz. Ülkesini seven, devletinin hazinesine el atmaz. Milletini seven, haram yemez, haram yiyenlere sessiz kalmaz. Devletini seven, işini aklıyla, ahlakıyla ve içinde yanan vatan aşkıyla yapar. İYİ Parti’yi farklı kılan fıtrat, işte bu fıtrattır. Allah’ın izniyle bu ucube sistemin sebep olduğu tüm zorlukları milletçe el ele verip birlikte aşacağız.”
İŞÇİ DEMİR: "YA KAZANACAĞIZ YA KAZANACAĞIZ"
Akşener, konuşması sırasında kürsüyü bir ara Tekirdağ’daki makarna fabrikasında çalışırken sendika üyeliği nedeniyle işten çıkarılan Pınar Demir'e bıraktı. Demir şunları söyledi:
"Çalışma Bakanlığı’nın verdiği yetki kararının ardından Suriyeli ve Endonezyalı işverenler bu karara itiraz ettiler. Sudan sebeplerle tam 4 yıl süren mahkeme sürecinde Yargıtay’ımızda Tek Gıda İş Sendikası’nı yetkili kılmıştır. Bu kararın ardından yasaların öngördüğü şekilde Şubat 2021’de başlaması gereken iş sözleşmesi, işverenin Türkiye Cumhuriyeti Çalışma Bakanlığı veya Yargıtay’ın kararlarını aleni şekilde tanımaması sebebiyle maalesef bir türlü gerçekleşmemiştir. Bundan daha da kötüsü, yabancı işveren ve yerli yöneticileri tam 19 kadın işçiyi yüz kızartıcı suçtan sebep işten tazminatsız olarak atmıştır. Tam 128 gündür o fabrikanın önünde bu ülkenin namuslu kadın işçileri olarak, bu ülkenin tüm kadınları ve işçilerin onurunu savunmak için direniyoruz. Ya kazanacağız ya kazanacağız."