İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, üniversite öğrencisi Enes Kara’nın kaldığı cemaat evinde intihar etmesine ilişkin, “Sosyal devlet olma hakkını, görevini, zorunluluğunu vakıflara, derneklere, cemaat ve tarikatlara bıraktığınız bir anlayış ile fakir fukara eğitime erişimini ne yapacak? Bedelsiz, ücretsiz okuduğu; bedelsiz, ücretsiz kaldığı vakıf adı altında, dernek adı altında kurulmuş okullara, yurtlara bırakacak... Önce aileleri mahkum ediyorsunuz, sonra çocukları. O çocukların hayallerini elinden aldınız Sayın Erdoğan” dedi.
Meral Akşener, bugün partisinin TBMM'deki grup toplantısında konuştu. Akşener, şunları söyledi:
BU ÜLKENİN LÜGATİNDEN KADIN ÖLÜMLERİNİ, GENÇ ÖLÜMLERİNİ SİLELİM: “Daha hayatlarının baharındayken Enes oğlumuzu, Raziye ve Dilara kızlarımızı kaybettik. Enes’i, aynı Fedai öğretmenimiz gibi hapsedildiği umutsuzluğa kurban verdik. Elinden alınan özgürlüğe, en yakınlarından gördüğü umursamazlığa ve yaşamaya zorlandığı hayatın sonucunda çıkışı intiharda bulmasına kahrolduk. Raziye ve Dilara’yı ise ülkemizdeki daha nice genç kadın gibi önü bir türlü alınamayan, alınmak da istenmeyen bir vahşete, mahkeme kararlarına rağmen yetkililerin ısrarla parmağını oynatmadığı bitmeyen bir şuursuzluğa kurban verdik. Ruhları şad, mekanları cennet olsun. Yüce Allah, sevenlerine sabr-ı cemil ihsan eylesin. Buradan, Sayın Erdoğan’a bir çağrıda bulunmak istiyorum. Artık yeter. Bu ölümlerin artık durması gerekli. Senin de çocukların var, senin de torunların var. Bu ölümlere benim üzüldüğüm gibi senin de üzüldüğünü biliyorum. Bunun siyasi bir yanı yok. Her hafta çocuklarımız ölüyor. Her hafta gençlerimiz ölüyor. Her hafta kadınlarımız ölüyor. Ölümlerin ardından tweetler atmak yetmiyor. Kaybettiğimiz her gencin ardından üzüntü beyanlarında bulunmak yetmiyor. Katledilen her kadının ardından ağıt yakmak yetmiyor. Gel, iktidar ve muhalefet el ele verelim, bu ülkenin lügatinden kadın ölümlerini, genç ölümlerini silelim. Ben ve partim, açık yüreklilikle her türlü katkıyı vermeye hazırız. Yeter ki artık çocuklarımız ölmesin. Yazıktır. Maalesef kendisinin bu çağrıma cevap vereceğinden şüpheliyim. Çünkü kabul edelim, Sayın Erdoğan son zamanlarda pek iyi değil. O nedenle de artık her gün, kendisinin ruhsal bunalımlarının yeni bir yansımasına şahit oluyoruz. Egosantrik serzenişlerinin her gün bir yenisini izlemek zorunda kalıyoruz.
SAYIN ERDOĞAN İÇİN SARAY SEFASI HIZ KESMEDEN DEVAM EDİYOR: Sayın Erdoğan’ın adına ‘yeni ekonomi modeli’ dediği bu ucube dönemde atılan adımlar, ekonomimizi giderek daha da kırılgan hâle getiriyor. Milletimiz her geçen gün fakirleşiyor. Enflasyon canavarı her geçen gün paramızı da itibarımızı da eritiyor. Ama tüm bunlar olurken Sayın Erdoğan için saray sefası hız kesmeden devam ediyor. Teşkilat toplantılarında kendini övdürüp gaza gelmeye, şarkılarla türkülerle eğlenmeye, beceriksizliklerinin dehşet verici sonuçlarına rağmen ziyadesiyle şişkin egosunu eylemeye aynen devam ediyor. Hatta bu arkadaşımız öyle bir akıl tutulması yaşıyor ki ülkeyi yönetme ehliyetinden bile artık şüphe duyar olduk. Mesela diyor ki ‘Seçimden seçime vatandaşımıza gider, oy isterler. Sonra da bir daha dönüp arkalarına bakmazlar’. Evet, yanlış duymadınız. Bunu, dertli vatandaşımızın kafasına çay fırlatan adam söylüyor. Ayrıca bununla da yetinmeyip utanmadan devam ediyor; ‘Meydanlarda verdikleri sözlerin hiçbirini göreve gelince hatırlamaz, hatırlatanlara da saldırırlar’. Evet, bunu da polislerimizi, öğretmenlerimizi, sağlık çalışanlarımızı senelerdir 3600 ek gösterge vaadiyle oyalayan; faizle, enflasyonla mücadeleyi yılan hikâyesine çeviren; yolsuzluğun, yoksulluğun ve yasakların bayraktarına dönüşen; yerli uçağımızı senelerdir göklerde döndüren; derdini söyleyen çiftçiyi, esnafı, öğrenciyi de terörist ilan eden sayın Erdoğan’ın bizzat kendisi söylüyor. Gerçeklikle arasındaki bağları, tamamen koparmış şu zihniyete bir bakar mısınız?
KENDİ HATASINI GÖREMEYECEK KADAR KÖR, DOĞRULARI DUYAMAYACAK KADAR DA SAĞIR BİR ADAM OLDUN: Hey gidi hey. Neydin, ne oldun sayın Erdoğan? Belediye başkanlığında sokakta aç kalan çocukların imdadına koşardın. Şimdi vatandaşı aç gezerken lüks içinde sefa sürebilen vicdansız bir adam oldun. Bir zamanlar, geçmiş iktidarların hatalarından ders alırdın. Şimdiyse kendi hatasını göremeyecek kadar kör, doğruları duyamayacak kadar da sağır bir adam oldun. Eskiden bilgi ve tecrübe sahibi insanları etrafında toplardın, şimdiyse etrafını bol maaşlı şakşakçılarla çeviren acayip bir adam oldun. Milletin adamı olarak yola çıktın; şimdi milletin karşısına çıkamıyorsun, yüzüne bakmıyorsun, sesini duyamıyorsun. Nereden nereye, değil mi sayın Erdoğan?
AK PARTİ’NİN İŞ BAŞINA GELDİĞİ TARİHTEN DAHA YÜKSEK BİR ENFLASYON VE HAYAT PAHALILIĞI VAR: Başekonomist bu durumdayken ekonomi ekibi de yaptıkları hataların üzerini örtebilmek için ileride daha büyük faturalar ödemek zorunda kalacağımız yeni hatalara imza atıyor. Dar ekonomi vizyonları yüzünden Türk lirasındaki değer kaybının geleceği noktayı hesap edemeyen ve uçurumun kenarına geldiğimizi gören bu pek zeki arkadaşlar, bu sefer de 1970’lerde uygulanan ve çok ağır maliyetlere yol açan kur korumalı mevduat sistemini, 50 yıl sonra büyük ekonomist sayın Erdoğan’ın şapkasından çıkan bir mucizevi tavşan olarak pazarlamaya kalktılar. Peki işe yaradı mı? Hayır. Görüyoruz ki döviz tevdiat hesaplarında artış var. Riskler azaldı mı? Hayır. Tam tersine. Doların artması sonucunda, artık Hazine’den çok daha fazla faiz gideri çıkacak. Merkez Bankası artık daha mı güçlü? Hayır. Maalesef net rezervler tarihin en dip seviyesinde. Enflasyon düştü mü? Ona da hayır. AK Parti’nin iş başına geldiği tarihten daha yüksek bir enflasyon ve hayat pahalılığı var.
DAMAT BAKAN’A SELAM ÇAKAN EMPATİ YOKSUNU BİRİ: Peki hal böyleyken enflasyonun düşmesi ve yeniden ekonomiye güvenmemiz için bizden beklenen ne? Nebati Bakan’ın gözlerine bakmamız. Peki bakınca ne görüyoruz? Ekonomiyi giderek içinden çıkılmaz bir noktaya getirirken ‘Siz en fazla maaşınızı kaybedersiniz’ diyerek adeta ruhani selefi Damat Bakan’a selam çakan empati yoksunu birini görüyoruz. Komplo teorileriyle saçmalayan bir atanmış özgüveni, bırakın ekonomiyi matematik bile bilmeyen bir büyük cehalet görüyoruz. Buradan ekonomiyi yönetenlere sesleniyorum: Lütfen, bir an önce aklınıza başınıza alın. Belli ki sizin kapasiteniz sınırlı. O nedenle size ne yapmanız gerektiğini ben söyleyeyim: Eğer gerçekten makroekonomik bir istikrar yakalamak istiyorsanız işe ilk önce enflasyon-devalüasyon sarmalını tersine çevirmekle başlayın. Şu anda Türk lirasının tehlikeli derecede değersiz olmasının sebebi, bu enflasyon-devalüasyon sarmalına karşı çözüm üretemiyor olmanız. Döviz kuru arttıkça üretim maliyetleri ve beklentiler olumsuz etkileniyor. Enflasyon da hem artıyor hem de katılaşıyor. Enflasyon arttıkça da Türk lirasının üzerindeki baskı artıyor, döviz kuru daha da değer kazanıyor. Reel kurun, açıklandığı tarihten itibaren en dip seviyeye gelmesi de işte bu yüzden. Kura yaptığınız müdahaleler ve aldığınız polisiye tedbirler durumu daha da zora sokuyor. Bakın, aynı 128 milyar dolar meselesinde olduğu gibi yine gizli kapaklı işler yapmaya başladınız. Bankaların sizde zorunlu karşılık olarak tuttukları rezervlerle kura müdahale ediyorsunuz. Yapmayın. Bu gizli kapaklı işlere olan merakınız ve kural tanımazlığınız, ekonomiyi daha da kırılgan hâle getiriyor. İlk yapmanız gereken, enflasyonla mücadeleye öncelik verip ekonomideki belirsizlikleri ortadan kaldırmak ve enflasyon-devalüasyon sarmalını bu şekilde kırmak. Bunları nasıl yapacağınızı da daha önce size yine bu kürsüden söylemiştim. İzlemediyseniz internetten açın, izleyin, feyz alın. Yok ama eğer yapamıyorsanız o zaman bir zahmet siz gideceksiniz, biz geleceğiz, biz yapacağız.
GENÇLERE REVA GÖRDÜĞÜN HAYAT BU MU: Bugün ülkemizdeki çocukların yarısı, gençlerin de üçte biri, en yoksul yüzde 20’lik kesimde yaşıyor. Tam 4,2 milyon çocuk, 2,1 milyon genç ve -bunu içim çok acıyarak söylüyorum- 954 bin bebek, kişi başına gelirin yılda sadece 4 bin 600 lira olduğu en yoksul ailelerde yaşıyor. Sayın Erdoğan, değerlerini hiçe sayıp fikirlerini dinlemediğin, günde 20 liraya mahkum edip üstüne bir de ‘Elinize, dilinize dursun’ dediğin gençlerimizin 3’te 1’inin yoksul olduğunu biliyor musun? Resmî tanıma göre, ülkemizdeki 12,3 milyon yoksul vatandaşımızın tam 6,2 milyonunun genç olduğunu biliyor musun? 12 milyon gencimizin 2 milyonunun bilgisayarının olmadığını, 1,3 milyonunun eski giysilerinin yerine yenisini alamadığını, 1 milyonun ikinci bir ayakkabısının olmadığını biliyor musun? ‘Başka bir dünya mümkün’ dediğin dünya bu mu Sayın Erdoğan? Uçan, kaçan, tüm dünyaya kafa tutan Türkiye bu mu? Gençlere reva gördüğün hayat bu mu? Eski Türkiye’den dem vurarak; nankörlükle, tembellikle, iş beğenmemekle suçlayarak; ‘çıkar telefonunu göster’ nobranlığına hapsederek onların bu yoksulluğa razı olmalarını bekleyemezsin. Kendi beceriksizliğinin faturasını bu ülkenin gençlerinin sırtına yükleyemezsin. Ayıptır, günahtır.
ÇOCUKLARIMIZI YOKSULLUĞA MAHKÛM ETMİŞSEN SEN ARTIK O KOLTUKTA OTURMAYI DA HAK ETMİYORSUN DEMEKTİR: Maalesef bugün gençlerimiz, ülkemizdeki yoksulluk döngüsünün içine çekilmiş durumda. Bugün Türkiye’de doğan bir çocuk, ebeveynlerinden daha iyi koşullarda bir hayat sürebilme imkânına bile sahip değil. Dünya Ekonomik Forumu Sosyal Hareketlilik Endeksi’ne göre; Türkiye, kendi çocuklarına ve gençlerine eğitime erişim, iş olanakları, çalışma koşulları gibi alanlarda anne-babalarının sahip olduğundan daha kötü fırsatlar sunuyor. Yani, bugün 18 yaşındaki bir genç, annesinin 18 yaşındaki hâline göre çok daha kötü şartlarla karşı karşıya. Bu durum, gençlere, ‘Yoksulsun sen, yoksul kal’ demektir. ‘Geleceğini yurt dışında ara’ demektir. Bu durumu kabul edemeyiz. Böyle olmaz. Böyle devlet yönetilmez. Sayın Erdoğan, artık son demlerini yaşadığın 20 yıllık devri iktidarının sonucunda çocuklarımızı yoksulluğa mahkûm etmişsen, onları Cumhuriyet’imizin sunduğu fırsatlardan mahrum etmişsen, geleceklerinin önüne setler örmüşsen sen artık o koltukta oturmayı da hak etmiyorsun demektir. Bu kadar basit.
ASIL MESELE EĞİTİMİN VASATLAŞMASIDIR: Cumhuriyet’imizin en temel vasıflarından birisi, eğitime erişimi eşit bir biçimde sağlamasıydı. Eğitime erişimin mümkün olduğu en geniş manada sağlanmasının sonucu, sınıflar arası geçirgenliğin makul bir biçimde zaman zaman çok üst seviyede yaşandığı bir Türkiye vardı. Asıl mesele nedir? Bu Enes oğlumuzun durumunda da olduğu gibi asıl mesele, eğitimin vasatlaşmasıdır. Asıl mesele, eğitimin özelleştirilerek… Özelleşmiş eğitime bir şey demiyorum ama devletin yaygın ve geniş manada en iyi okulların sahibi olmasının gerektiğini de söylüyorum. Devletin eğitimden elini çekermiş gibi yapmasının kesinlikle doğru olmadığını söylüyorum. Eğitimdir umut veren. Yurtlardan bahsediyoruz, okullardan bahsedelim; yurtların yanında okullardan bahsedelim. Siz eğer okulları özel sektöre ağırlıklı olarak devretmişseniz üniversiteler dahil… Bu özel sektörün varlığın karşı değiliz, o rekabet olmalı ama kahir ekseriyetini devlet okullarının rezalet olduğu, ama buna karşılık özel sektöre devredilmiş okullara çocuklarını vermek üzere mahkûm edilen ailelerin var olduğu bir Türkiye’den bahsediyorum. Sınıflar arası geçirgenliğin sıfıra yaklaştığı bir Türkiye’den bahsediyorum. Siz özel sektörün zengin, ekonomik durumu iyi ailelerin çocuklarına dair oluşturduğu okullar ve fakir fukaranın da çocuklarının gittiği, gidebildiği tarikat ve cemaatlere dair olan okullar… Sosyal devlet olma hakkını, görevini, zorunluluğunu vakıflara, derneklere, cemaat ve tarikatlara bıraktığınız bir anlayış ile fakir fukara eğitime erişimini ne yapacak? Bedelsiz, ücretsiz okuduğu, bedelsiz, ücretsiz kaldığı vakıf adı altında, dernek adı altında kurulmuş okullara, yurtlara bırakacak. Biz, bunları konuşmak ve çözmek durumundayız. Allah şahittir, sizi biliyorum, sizler adına diyorum ki ant olsun, şart olsun bu konuyu, eğitimdeki bu rezaleti çözmeyi Allah bize nasip edecek, biz de çözeceğiz. Birinci önceliğimiz olarak çözeceğiz. Fakirliğe mahkûm edilen o çocukların yeniden hayal kurmasını devlet eliyle sağlayacağız. Eğer bunu yapamıyorsak da Allah bana hiçbir şeyi nasip etmesin. Böyle bir şey yok. Önce aileleri mahkum ediyorsunuz, sonra çocukları. O çocukların hayallerini elinden aldınız Sayın Erdoğan.
O ÇOCUĞUN BİLGİSAYARI YOK, BİLİYOR MUSUN EMMİ: Yükseköğretim Kurumu verilerine göre; 2020-2021 yılında, Türkiye’de yüksek öğrenimde yaklaşık 8 milyon öğrenci bulunuyor. Bu 8 milyon öğrencimizin 450 bini burs, 1 milyonu ise kredi alıyor. Öğrenciliği bitmiş ve kredi borçlusu öğrenci sayısını, KYK verileri şeffaf olmadığı için tam olarak bilemiyoruz. Ancak Meclis’te yapılan açıklamalara göre; 2021’in mart ayı itibariyle devlete borçlu öğrencilerimizin sayısının 5 milyonu aştığını, 300 binden fazla öğrencimiz hakkındaysa icra takibi veya yasal işlem başlatıldığını biliyoruz. İcra takibi başlatılan 300 bin öğrencinin devlete olan borcu da yaklaşık 2 milyar lira. Gençlerin aldıkları kredi miktarının büyük kısmı, devlet yurdu bile olsa yurt ücretlerine gidiyor. Örneğin bugün 850 lira kredi alan bir öğrenci, bu miktarın 200 ile 400 lira arasındaki kısmını yurt ücretlerine ayırıyor. Eline kalan para ise devlet yurdunda bile üç öğün yemek yemeye yetmiyor. Üstelik yurtlardaki hijyenik olmayan koşullar, kalabalık odalar, yavaş internet gibi onlarca problem de cabası. Öğrencilerimiz, bu parayla hem okumaya hem geçinmeye hem yaşamaya hem kendilerini geliştirmeye hem de sosyalleşmeye çalışıyor. Hepsinin ortak noktası, hiçbir şey yapmaya vakitlerinin kalmadığı. Benim yaş grubum, çok zengin ailelerin, ortalama ailelerin çocuklarıyız biz. Yahu biz üniversitede siyaset yaptık. Bu ülkeyi kurtaracak, kendimize göre tasavvurlarımız oldu. Onlarla ilgili kitaplar okuduk. Onlarla ilgili bir araya geldik, okuduğumuz kitapları tartıştık ve okullarımızı da bitirdik. Nasıl yaptık biz bu işleri? Devlet arkamızdaydı, her türlü eksikliğe rağmen devlet arkamızdaydı. Şimdi gidiyorsunuz bir ilçeye, o çocuk bir okulda okuyor, garsonluk yapıyor. Böyle bir şey olmaz. Bunu biz değiştireceğiz. Bu ülke bunu götüremez. Şımarık şımarık ‘Telefonunu göster’. O çocuğun bilgisayarı yok, biliyor musun emmi. İkinci ayakkabısı yok. İşte gençler tam da bu yüzden kendilerini sömüren, okul hayatlarını engelleyen güvencesiz işlerde çalışmak zorunda kalıyor. Sözde yarı zamanlı işlerde kötü niyetli işverenler, gençlerin emeklerini sonuna kadar sömürüyor. Maalesef zorlu çalışma koşullarının ve uzun çalışma saatlerinin resmen norm haline getirildiği ülkemizde gençler, haklarını aramayı akıllarına bile getiremiyor. Birazcık sesini çıkaranlar, haklarını arayanlar hemen işten atılıyor, maaşlarını alamıyor. Gençlerimiz sürekli aç kalmak ile hak aramak arasında tercih yapmaya zorlanıyor. Diyelim ki tüm bu zorluklardan sonra okullarını bitirmeyi ve mezun olmayı başardılar. Sorun burada da bitmiyor. Yeni mezunları, işsizlik, asgari ücret, kayıt dışı çalışma gibi Türkiye’nin en acı gerçekleri bekliyor. Peki o okullara, o yurtlara acaba fakir fukara ailelerin çocukları niçin veriliyor, niçin gönderiliyor? Orada kayrılabilecek, korunabilecek bir kariyer planlamasını yapabileceklerini bildikleri ve inandıkları için.”
YAVAŞ: "BİR ÜLKENİN GELECEĞİ BU KADAR ZOR ŞARTLARA NEDEN BIRAKILIR"
Akşener, konuşmasının bir bölümünde KYK mağduru Uğur Yavaş’a kürsüyü bıraktı. Kamu yönetimi bölümünden mezun olduğunu söyleyen Yavaş, şunları söyledi:
"Kredi borcum şu an 19 bin 228 TL tutarında. Ayrıca bu sistem, bu borcu size danışmadan, geliriniz ne kadar bilmeden ve geçim şartlarınızdan bağımsız olarak aylık taksitlerle yapılandırıyor. Asgari ücretle çalıştığınızı düşünürseniz; maaşınıza her ay sadece 670 TL’den bin 150 TL’ye kadar KYK kredi borcu kesintisi yansıtılıyor. Biz okurken de ‘ekmek aslanın ağzında’ derlerdi. Fakat bize anlatılan iş bulma ve çalışma hikayeleri, mezuniyet sonrası derin bir sessizliğe büründü. Kredi ve Yurtlar kredisi almak bir lüks değil, eğitime devam edebilmek için artık bir ihtiyaç. Devletimiz üniversite eğitimine devam eden gençlerimize kredi imkanı sağlıyor sağlamasına ama ana para ile ödenmesi gereken miktar arasındaki faiz oranı insanı gerçekten şaşırtıyor. 28 bin lira kredi alan arkadaşımızın borcu 48 bin TL olarak hesaplanıyor. Üniversiteler artık bilimden bilgiden ziyade gelir kapısı olarak mı görülüyor."
Zamlara dikkat çeken Yavaş, “Şu an öğrencilerimize verilen KYK bursu veya kredi 850 TL. Bir üniversite öğrencisinin üç öğünde sadece simit ve çay tükettiğini hesaplarsak; günde 30 TL sadece bir çay ve simit parası, ayda 900 TL. Soruyorum, bir ülkenin geleceği bu kadar zor şartlara neden bırakılır” dedi.
Akşener, daha sonra konuşmasını şöyle sürdürdü:
TEFECİ GİBİ GENÇLERİN ÜZERİNE ÇÖKÜYORSUN: “Eğitim bursunun amacı nedir? Maddi imkânı olmayan gençlerimize, eğitimden mahrum kalmasınlar diye eğitim hayatları boyunca maddi destek sağlamaktır. Bu, her ülkede böyledir. Gençler, eğitimlerini tamamlayıp iş sahibi olduklarında da bu borcu öderler. Yani bu ikili bir anlaşmadır. Bir öğrenci bu borcu ne karşılığında alır? Devletin sağlayacağı eğitim ve iş imkânı karşılığında alır. Peki ya bu iktidar, çocuklarımıza iyi bir eğitim sağlıyor mu? Hayır. Peki ya bu iktidar, gençlerimize iş imkanı sağlıyor mu? Hayır. Tam tersine, iş sağlayan işletmeleri batırmak için çalışıyor. Peki o zaman iş yoksa bu gençler borcunu nasıl ödeyecek? Orası belli değil. Bir anlaşmanın geçerli olması için her iki tarafın da anlaşmanın şartlarını yerine getirmesi gerekmez mi? Gerekir. Sayın Erdoğan; sen, iş imkânı sağlamaktan vazgeçmişsin, ama borcu tahsil etmekten vazgeçmiyorsun. Sen, iyi bir eğitim verme görevinden vazgeçmişsin ama KYK borcuna faiz uygulamaktan vazgeçmiyorsun. Yani sen, üstüne düşen hiçbir şeyi yapmamışsın, sonra da çıkıp tefeci gibi gençlerin üzerine çöküyorsun. Ayıptır, günahtır.
SOSYAL SORUMLULUK PROJESİNDE ÇALIŞARAK BORÇLARINI ÖDEYEME ŞANSINA SAHİP OLACAK: Size daha iyi fırsatlar sunamayan ve sizi yoksullukla terbiye etmeye çalışan bu iktidara karşı, unutmayın ki biz her daim sizin yanınızdayız. İşte bu yüzden, geçtiğimiz ay İYİ Yaşam Gelir Modeli’mizi açıklamıştık. İYİ Parti iktidarında, 18-26 yaş arasındaki her gencimize karşılıksız olarak aylık bin lira nakit desteği vereceğimizi söylemiştik. Ancak sorunlarınıza karşı tek bir çözümün yeterli olamayacağını biliyoruz. Nitekim bugün de size, bu zor şartlar altında sizleri daha fazla mağdur etmemek için İYİ Parti olarak geliştirdiğimiz KYK Kredi Borçlarının Sosyal Sorumluluk Projeleri Kapsamında Geri Ödenmesi Programı’mızı anlatacağım. Ülkemiz, maalesef sosyal sorumluluk programlarının ve gönüllülüğün yerleşik olduğu bir ülke değil. HABITAT Derneği’nin araştırmalarına göre; 2021’de gençlerimizin yüzde 91’i hiçbir sosyal sorumluluk projesinde yer almamışlar, gönüllülük faaliyetlerinde bulunmamışlar. Tam da buradan hareketle biz, kredi borcu olan gençlerimizin, istedikleri takdirde borçlarının çok büyük kısmını sosyal sorumluluk projelerinde çalışarak ödemelerini öneriyoruz. Bu programdan yararlanmak isteyen gençlerimiz, yetenekleri, uygunlukları ve istekleri doğrultusunda, haftada en az bir gün 1-2 saat boyunca bir sosyal sorumluluk projesinde çalışarak borçlarını ödeme şansına sahip olacaklar.
BİZİM RAKİBİMİZ DÜNYANIN GELİŞMİŞ ÜLKELERİ OLACAK: Seçim ufukta göründü. İktidarın irili ufaklı ortakları istese de istemese de o sandık er ya da geç milletimizin önüne gelecek. İYİ Parti iktidarı artık çok yakın. Milletimizden yetkiyi alıp iktidara geldiğimizde, ülkemizi en donanımlı, en vizyoner ve en tecrübeli kadrolarla yöneteceğiz. Bizim rakibimiz, hata üstüne hata yapan bu iktidar olmayacak. Bizim rakibimiz, dünyanın gelişmiş ülkeleri olacak.”