CHP Genel Başkan Başdanışmanı Erdoğan Toprak, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açılış töreninde önündeki çocuğun kafasına eliyle vurması için “Rize’deki açılışta kurdele kesmeyi oyun sanan ve makası erken vuran üç yaşındaki çocuğa bile kızıp, kafasına vuran Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Erdoğan’ın sergilediği kaybedenlerin ruh hali, canlı yayında 83 milyonun tanıklığında, gizlenemez hale geliyor” dedi.
CHP Genel Başkan Koordinatör Başdanışmanı ve İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak haftalık değerlendirme raporu hazırladı. Toprak’ın raporundan öne çıkanlar şöyle:
ÜLKEDE HUKUK VE ADALET VARMIŞ ALGISI YARATMAYA ÇALIŞIYORLAR: Nakarat gibi ‘hukuk, yargı reformu ve yeni anayasadan söz eden bir siyasi zihniyet, artık söylemlerinin inandırıcılığının ve karşılığının olmadığını görünce çaresizlik içinde seçim barajı aritmetiğine sığınıyor. 2009, 2015 ve 2019’da açıkladıkları yargı reformu strateji belgelerini, 2007, 2010, 2017 anayasa referandumlarını, demokratikleşme vaat edip otokratlaşmayı tercih ettikleri için yine sivil anayasa aldatmacasına sarılıyorlar. AK Parti’nin ilk kuruluş bildirgesinde ve seçim beyannamesinde önemli vaatlerinden birisi kamudaki taşıt ve bina saltanatına, lüks ve şatafata son vermekti. İcraatları tam aksi yönde oldu. İnşaat ve rant tutkusuyla birbirinden lüks devasa kamu binaları inşa edildi. Olağanüstü bedellerle kamu kurumlarına dolara endeksli kontratlarla lüks binalar kiralandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından geçen hafta açılışı yapılan yeni Yargıtay binası da iktidarın adaletten önce inşaat, lüks ve şatafat anlayışının son eseri oldu. Büyük ve görkemli binalar yaparak, adliyelerin yerine ‘Adalet Sarayları’ inşa ederek kendi zihniyetlerince ülkede hukuk ve adalet varmış algısı yaratmaya çalışıyorlar.
GİDİCİ OLDUKLARINI GÖRÜNCE SEÇİM YASASI DEĞİŞİKLİĞİNE SARILIYOR: TBMM’yi ve millet iradesini de yok sayarak yüzde 7 seçim barajını kendi aralarında tescillediler. Neden yüzde 7? Yüzde 5 ya da gelişmiş demokrasilerde en yaygın şekilde uygulanan yüzde 3 veya sıfır değil? Kendi akıllarınca seçim mühendisliği yapıyorlar. Çaresizlik ve tükenmişlik içinde baraj indirimlerine sığınırken, bunu da ‘demokrasi ve temsilde adalet’ ambalajıyla pazarlamaya çalışıyorlar. O zaman 19 yıldır üç kez anayasa değiştirirken, yüzlerce maddelik torba yasaları bir gecede çıkartırken niye hiç seçim barajını düşürmek aklınıza gelmedi. Gelen önerileri niye reddettiniz? Bugüne kadar Türkiye siyasetinde hemen her seçimde, seçim yasalarıyla, seçim sistemiyle en çok oynayan, en çok değişiklik yapan Turgut Özal ve partisi ANAP idi. Geçmiş dönemde de Demokrat Parti. Ancak yaptıkları değişiklikler yine de iktidardaki ömürlerini uzatmaya yetmedi. Eninde sonunda gittiler. En somut siyasi gerçek, siyasi iktidarlar gidici olduklarını görünce, son çırpınışla seçim yasası değişikliğine sarılıyor. Şimdi de aynı senaryo, iktidar ittifakı tarafından sahneleniyor. Tıpkı her önüne gelene terörist dedikleri ve terör sözcüğünü bile ucuzlatıp içini boşalttıkları gibi, artık ‘hukuk ve yargı reformu, yeni sivil anayasa, adil seçim söylemleri de ciddiye alınmıyor.
ERDOĞAN’IN SERGİLEDİĞİ KAYBEDENLERİN RUH HALİ GİZLENEMEZ HALE GELİYOR: Rize’deki açılışta kurdele kesmeyi oyun sanan ve makası erken vuran üç yaşındaki çocuğa bile kızıp, kafasına vuran Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Erdoğan’ın sergilediği kaybedenlerin ruh hali, canlı yayında 83 milyonun tanıklığında, gizlenemez hale geliyor. Taliban ile yakınlaşmak için Katar ve Birleşim Arap Emirlikleri’ni devreye sokan iktidar, Taliban sözcüsünün ‘en yakın olduğumuz üç partnerimiz Çin, Katar ve Türkiye’ açıklamasıyla Taliban nezdinde sempati kazanmış görünüyor. Ancak Taliban’ın siyasi ofisinden yapılan bir başka açıklamada ise Afganistan’ın Çin’in Kuşak ve Yol Projesine tam destek vereceğini, yatırım desteğinin kendileri için çok önemli olduğunun duyurulması, Çin’in ‘sessiz diplomasi’ ile Afganistan ve Taliban üzerinde etkinlik kurduğunu gösteriyor.
MÜLTECİ KONUSUNDA PARA KARŞILIĞI GİZLİ BİR PAZARLIK YÜRÜTÜLDÜĞÜNÜN İŞARETİ:İktidar; Taliban ile yakınlaşarak, etkinlik kurmak ve bu sayede Afganistan’daki yeni yönetimden rahatsız olan ABD ve AB nezdinde önem kazanmak istiyor. Cumhurbaşkanının ABD’nin Ermeni soykırımı iddialarını tanımasını bile sineye çekerek görüşmeye gittiği Biden, 14 Haziran Brüksel görüşmesinden bu yana, başta Afganistan olmak üzere yaşanan bunca hareketliliğe rağmen bir kez olsun, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı telefonla bile aramadı. Cumhurbaşkanıyla mesafeli durmayı, resmi ilişkiyi Dışişleri ve Savunma bakanlarıüzerinden yürütmeyi tercih etti. Afganistan’daki gelişmeleri ele almak üzere, Türkiye’nin de yer aldığı G-20 yerine, Türkiye’nin bulunmadığı G-7’yi topladı. Dışişleri Bakanı bu yüzden ABD ve AB ülkelerinin Dışişleri Bakanlarıyla telefon ve ziyaret diplomasisi yürütüyor. Ancak onların tüm derdi Afgan göçmenlerin kendi ülkelerine gelmemesi, Türkiye’de tutulması. Dışişleri Bakanı son olarak ‘Parayı verelim Afganları Türkiye tutsun, baksın olmaz, Türkiye artık bir tek mülteci bile alamaz’ açıklamasını yaparken, AB’nin Suriyelilere ilişkin mülteci anlaşmasında verdiği sözleri bile tutmadığını söyledi. Dışişleri Bakanının sözleri, perde gerisinde de para karşılığı mülteci konusunda gizli bir pazarlık yürütüldüğünün işaretlerini de içeriyor. Ya da hükümet önerilen parayı yetersiz bulduğu için ‘tek bir mülteci bile alamayız’ diyerek AB karşısında pazarlığı kızıştırmak, marjı yükseltmek istiyor. ABD ve AB’nin Afganistan politikaları tam bir fiyaskoyla sonuçlandı. Kanımca ortaya çıkan yeni durumda Pakistan uzun yıllardır Taliban’a yaptığı yatırımın meyvelerini toplayacak. O yüzden iktidarın Taliban ile diyalog için Pakistan’dan arabuluculuk girişimi sonuçsuz kalmıştı. Taliban yönetimi Hindistan açısından rahatsızlık yaratacak.
‘ŞAHLANIYORUZ’ AÇIKLAMALARI GERÇEĞİ YANSITMIYOR: TÜİK’in açıkladığı yüzde 21,7’lik büyüme verisinin analizi, bizlere Türkiye’deki durumun tam tersi olduğunu, sermaye kesiminin bu süreçte milli gelirden aldığı payın artarak GSYİH’nin yüzde 50’sine yaklaştığını, milyonlarca kişinin ise gelirinin azaldığını, refah kaybına uğradığını, yoksullaştığını somut olarak gösteriyor. Krediye erişemeyen, kredi kartı limitini dolduran, bu süreçte işsiz kalan on milyonların vahim durumu ise henüz bu tabloya yansımadı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin dünyada en yüksek büyüme hızına ulaşan ikinci ülke olduğunu savunarak ‘ekonomi şahlanıyor’ diyor. TÜİK’in rakamları ise bunun tamamıyla bir algıdan ibaret. İçi boş ve kitleleri yoksullaştıran sanal bir şahlanma olduğunu apaçık ortaya koyuyor. Oysa TÜİK’in açıkladığı Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksi (Yİ-ÜFE) ağustos ayında bir önceki aya göre yüzde 2,77, ocak-ağustos döneminde yüzde 28,51, yıllık olarak da yüzde 45,52 arttı. TÜFE/Yİ-ÜFE farkı 26,27 puana yükseldi. Üretici enflasyonundaki artıştan henüz TÜFE’ye yansımamış 26 puanlık birikmiş enflasyon mevcut. Önümüzdeki aylarda gerek üretici enflasyonundan gelecek yansımalar gerekse başta gıda, enerji, ulaşım zamları ve fiyat artışlarından gelecek katkıyla TÜFE’deki artışın devam etmesi kaçınılmaz görünüyor. Kaldı ki, TÜİK’in açıkladığı resmi enflasyon verilerinin gerçekliği ve tartışmalı olmasından ötürü, yüzde 19,25’lik enflasyonun da hissedilen enflasyonun çok altında olduğunu söylemek yanlış olmaz… Yine aylık bazda ‘en yüksek ağustos ayı ihracatı’ olarak duyurulan 18,9 milyar dolarlık ihracatta geçen yılın aynı ayına kıyasla ve baz etkisiyle yüzde 51,8 artış gözlenirken aynı ayda ithalat ise 23,2 milyar dolar olmuş. Yine ocak-ağustos dönemi ihracat artışı yüzde 36,9 iken ithalat artışı ise yüzde 25,5 olarak gerçekleşmiş. Kısaca dış ticaret dinamikleri büyüme açısından olumsuz bir tabloya işaret ediyor. Bunda TL’nin değer kaybı, kurlardaki yükselişin etkisini de göz ardı etmemek gerekiyor. İhracat değer ve miktar bazında kıyaslandığında TL’nin değer kaybından ötürü ihraç ürünlerimizin fiyatı da ucuzladığı için daha büyük miktarda mal ihracatına karşılık elde edilen döviz gelirindeki artış aynı düzeyde değil. Diğer deyişle aynı tutarda döviz geliri elde edebilmek için sanayicimiz, ihracatçımız, daha fazla miktarda mal üretmek ve bunun ithal maliyetine katlanmak zorunda kalıyor. İktidarın 19 yıl önceki dış ticaret verileriyle bugünkü verileri kıyaslayarak yaptığı‘her alanda şahlanıyoruz’ açıklamaları diğer pek çok ekonomik göstergede olduğu gibi, dış ticarette de gerçeği yansıtmıyor.